Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Yalınsızı

İnanıyordum ki, bir insanı gözlerimle öldürebilirim Susmayı kelimelere tercih ettiğim zamanlarda Sesime hangi duayı yakıştırabilirim Durdurulamaz çığılar başlatmışken çığlıklarımla Tanrıyla arama bir kedi daha sokabilirim Nafile yardımlar, yaşamakla verdiğim savaşımda Varlığımı hangi felsefeye dayandırabilirim Beşir Fuat'ı anmadığım anlarda Ve nasıl sona ulaşabilirim Böylesine asi bir çocuk edasıyla Çıktığım sınav kağıdına karaladığım satırlarda yasını tutuyorum kalemimin İnandıramadım samimiyetine kalbimin Vah! Ki ne vah... Didar ÇAVDARCI
En son yayınlar

KAPLUMBAĞA

4.Gün   Suskunluk yorucu bir çaresizliktir. Bunu ben demedim. Bunu diyen kişiyi tanıyorum. Bu sabah çayımı içerken siyah buzdolabımın eskisi kadar siyah olmadığını fark etmemin yanında içimde biriken ölüm korkusunun yalnızlıkla buluştuğunu hissettim, unutamadığımız anılar bize cehennemden kesitler sunuyordu; dün ise bir kaplumbağanın Anahtarcı’dan daha uzun yaşayabildiğine şahit olmuştum. Bütün bunlar bugün nereye gitmem gerektiğine karar verdirtti bana: Anahtarcı’nın mezarını ziyaret edecektim. Sokağa çıktığımda eskiden bana gülen insanların o an için benimle ilgilenmediklerini fark ettim. Uzun olan elimle kamburumu kontrol ettim, yerinde duruyordu. Benimle dalga geçmelerinin nedeninin Anahtarcı olduğuna inanmak istiyordum. Bu mümkün müydü? Tüm kötülük Anahtarcıdaydı ve artık o satışlarını cehennemde yapacaktı! Atabildiğim kadar hızlı adımlarla bir çiçekçiye gittim. Çiçekçi kadını betimleyemeyecek kadar fazla işim vardı. Ona “kötü” bir adamın mezarına bırakılabilecek en güzel çiçe...

Şüphesiz Dilemma

Yokluğun kirli aynasından bakıyorum Önemsiz hikayeleriz, biliyorum İlerledikçe bir yalana doğru Hiçliğimle birlikte, batıyorum Kağıtlara yazılı olan silinmiş zaman Ölmüş cümleler belkilerle kaybolan Hayatı gizlenmiş sır, en hakiki bulgu; Varlığıyla doğuşu hatırlatan Kendim bir saman yangını Yaygın inanışlarda kül olmuş insan anlayışı Alemlere sığmayan bedenlerce zihnim Kapalı kapılardan kimse duymaz acı haykırışı Bitmiş olan sonsuzluğun ucundadır Başlamakta olan hiçin yanında Araftayım kimsesiz ve buhranda Her yanım karanlık her yanım isyanda Kaçınılmazı bekliyorum Yavuz BELENDİR

KAPLUMBAĞA

3.Gün   Bir gün yirmi dört saattir. Bunu kimin söylediğini bilmemekle beraber, herkesin bu bilgiyi kabul ettiğine eminim. Yirmi dört saat, insan olana yetmez. İnsan düşünen, yürüyen ve ölen bir varlıktır. Ben bir insanım, her gün düzenli olarak düşünürüm, bu bana acı verse de insan olmanın kurallarını yerine getirmek zorunda olduğumun bilincindeyim. Ayrıca yürürüm. Ne kadar zorlandığımı kimseye anlatamam. İnsan olmanın kurallarının değişmesi adına başvuracak bir yer bulamadığım için de yürümekten vazgeçemiyorum. Ölüme gelecek olursak orada işlerin biraz karıştığını söylemek zorundayım. İnsanlığın kurallarını koyarken anlaşılmaz bir maddeye ihtiyaç duyanlar ölüme sığınmış olmalı. Çünkü insan olmanın gerekliliği olan ölüm, aynı zamanda insan olmamanın da bir gerekliliğidir. Zaten ölümü anlamlandırabilmek için yine düşünmeye başvurmak gerekir bu sebeple lafı uzatmaya gerek yok; benim dışımda tanıdığım hiç kimse insan değil. Örnek verecek olursam Anahtarcı’dan başlayabilirim: Anahtar...

Heraklitos Çeşmesi

Hikayeleri vardı ama anlatamazdı İnsanlarca gözyaşı döksen nafile, zaman gibi geçip gitti Özlem diyarlarına çadır kurdum, tepeler gül kırmızı Kırlarında yürüdüğüm hatıralarında çocukluk korkularım, Tanrıça Asteria’nın kokusu yayılırken etrafa, doğuyorum Sarı saçlı kadının uyandırdığı sabahın ilk ışıklarıyla aynı tarafa, Beyaz tenli, siyahlara bürünmüş gülümsemeye hapsoluyorum, Belirsiz portrelerde ortaya çıkmış unutulma hastalığı,  Kaybettiğimiz her erdem, aşkın ayak sesleri, Hatırlamadığımız kitaplarda yazan yemek tariflerinde geçen şifalı bitkiler reçetesi, Açıklanmadan anlaşılmayı bekleyen savaş sözcükleri, Aynı nehirde iki defa yıkanmış temiz çarşafları andırırken Ben yüzme bilmiyorum                                                                                     ...

KAPLUMBAĞA

  2.Gün   “İnsandan uzun yaşayan kaplumbağalar vardır.” bu sözü ben söylemiyorum. Nerede duyduğumu da hatırlamıyorum. Kimin söylediğini de bilmek istemiyorum. Doğruluğuyla ilgili de endişem yok. Çünkü bu sözden ve kaplumbağalardan nefret ediyorum. Aslında bu sözü duymadan önce kaplumbağalarla ilgili bir problemim yoktu. Ne zaman ki Tanrı’nın kelime kazanında “insandan”, “uzun”, “yaşayan”, “kaplumbağalar”, “vardır” kelimeleri teker teker yeryüzüne döküldü ve bir insanın ağzında hayat buldu, işte benim kaplumbağalara karşı nefretim de o zaman başladı. Neden kaplumbağalar insanlardan uzun yaşamayı hak etsinler ki? Düşünmüyorlar bile! Benim nefretimi daha da köpürtense bu hayvanların, affedersiniz, ömürlerinde bir kitap dahi okumayacak olması. Mesela ben de kitap okumam. Okuma yazma bilirim, bir keresinde öğrenmiştim ama okuyamam çünkü her ne kadar dünyanın geri kalanının gözünde bir sirk maymunu gibi olsam da ben de insanım. İnsanlar ölümlüdür. Öleceğini bilen bir insan kitap o...

Ölmeye Dair

Yaşanılan olmayacak mıyız en nihayetinde? Kısacık bir anı hapsedercesine, Kaydederken aklımızın bir köşesine; Karanlıklara karıştığında sevdalarımız, Adımızı hatırlayan son insan öldüğünde Hiç olmayacak mıyız, tozlara karışmışken; Çelişkiler yumağına dönmüşken, Tadı damağımızda kalmış aşkları Birer birer geride bırakırken; Veda edemediğimiz soğuk elleri Huzura hasretle teslim ederken, Muştulu haberleri beklemeyecek miyiz? Doğumunu hatırladığımız güneşin, Sevdiğimiz batışını hafızamıza kazırken gelen Hüzünlü mırıltıların doğurduğu gelecek hayalini Gömerken kasvetli hayatlara; İnanmak istemezken kapımızı çalacak, çalması gereken: Sahi, yaşanılacak olmadık mı, en nihayetinde?                                                                                 ...